• Muharrem Cem-Zeremonie

  • Muharrem Cem-Zeremonie

27 Mayıs'ta tamamen barışçı amaçlarla, Taksim Gezi Parkı'nda ki ağaçların kesilmesini engellemek için, çadırlarda kalan insanlara vahşi şekilde yapılan saldırı, bütün Türkiye'yi ayağa kaldırdı. 21 gün aralıksız süren bu direniş, Başbakan'ın emriyle en vahşi şekilde bitirilmek istendi. Bitti mi? Elbette ki hayır.

Bu direniş hem Türkiye'de hem de bütün dünyada Tayyip Erdoğan'nın maskesini düşürerek, diktatörlüğünü ispatladı. Sadece bu değil elbette. Sonunun başlangıcı olarak ta tarihe geçti bu direniş.

Başbakan'ın bu direnişin meşruluğuna gölge düşürmek için söylediği yalanlar, savurduğu tehditler insan aklının alamayacağı, vicdan sahibi bir insanın asla yapamayacağı kadar iğrenç ve ürkütücüdür. Kendisine yalakalık yapan o TV, Gazete, Yazarlara hiç değinme gereği duymuyorum.

Hangi demokratik ülkede, insanların direk yüzüne gaz sıkılır, bunlar bir icat daha yaptılar. Tazyikli suya kimyasal katarak, göstericilere saldırdılar. Belki dünyada bir ilktir. Başbakan ilkleri sayıyor. Hakkını yemeyelim, galiba bu bir ilktir. İnsaları; resmi işlem yapmadan gözaltına alıp, biryerlere götürüp, dövüp, haşat ederek biryerlere bırakmak , sanırım bu da bir ilktir. Yaralılara bakan doktorlara arkadan kelepçe vurarak tutuklamakta bir ilk. Tutuklu göstericilerin durumunu soran, araştıran avukatları darp edip içeri atmakta ilktir. Savaşlarda bile dokunulmayan hastahaneleri gaz dumanıyla zehirlemekte bir ilktir. Evlerin içine dahi gaz atmakta bunun ilklerindendir.

Bir Başbakan; " Cami'de içki içtiler, Taksim'de türbanlı kadını taciz ettiler." diye açık açık yalan söylüyorsa bitmiştir.

Bir Başbakan; halkına değil polis gücüne güveniyorsa bitmiştir.

Bir Başbakan; açık ve aleni şekilde polis terörünü över ve teşvik ederse bitmiştir.

Bir Başbakan; eyleme katılan herkesi, basın, iş adamı, sendikacı, öğrenci, doktor, avukatı tehdit ederse sadece bitmemiş, meşruluğunu da yitirmiştir, basiretinide.

Bir Başbakan; kendi mitinglerine bütün Belediye arabalarını tahsis eder, gemileri, vapurları kendi göstericilerin emrine koyar, İşverenleri ve kendi Belediyelerini emrindeki personelin mitingine katılmasını sağlayıp, öte yandan halkın Taksime çıkmasını engellemek için bütün yolları keser, metroları kapatır, yaya gelebilenleride gazla perişan ederse, sadece bitmemiş, aynı zamanda diktatörlüğünü de ilan etmiş sayılır.
Aslında Başbakan yolun sonunu geldiğinin farkında. Öfkelenmesinin, kızmasının, herkese hakaret etmesinin asıl sebebi bu. Öyleki kendisini destekleyerek, iktidara getirenler artık onun için dost değil düşmandır.

Başbakan son hamle ile bu geri gidişi durdurmanın hesaplarını yapıyor. Bunun için Ankara ve İstanbul'da büyük mitingler düzenledi. Devletin bütün olanaklarına, santajlarına rağmen, orda bir araya gelen kalabalıklar, Başbakanı kurtaramaz. Bunun için güya; oraya bütün partilerden vatandaşlar, milli iradeye sahip çıkma adına oraya gitmişler. Yesinler senin milli iradeni. 3 yıldır hapiste tuttuğun 8 milletvekili neyin nesi? %10 barajıyla çaldığın oylar mı milli irade? 3 kilo makarna, 5 kilo kömüre insanları adeta onursuzlaştırarak aldığın oylar mı milli irade? Tamamen kin ve nefret üzerine inşa ettiği konuşmaları onu kurtarmaz, aksine sonunu hızlandırır.

Kendi tabanına güçlü olduğunu, iktidara geleceklerini, dağılmamaları yönünde psikolojik seanslar uyguluyor. Ama boşuna. Çünkü üç hafta süren şiddet ve insanlık dışı vahşet, insanların korkularını yıkmaya ve daha beteri nefretini çoğaltmaya yaradı o kadar.

 

KÜRTLERİMİZ

Üç hafta boyunca direnen, dört ölü, yüzlerce yaralı binlerce tutuklu ile tarihe geçen Taksim direnişinde, Demokratik Kürt hareketinin tutumu düşündürücüdür. Elbette ki bu direnişi desteklediler. Ama bu çok cılızdı. Ve iştahlı bir destek değildi. Oysa ki; bu süreç; Tayyip Erdoğan'ın atadığı Akil İnsanlar'ın yapamayacaklarının yapılacağı imkanını yaratmıştı. Diyebilirsiniz: " Köylerimiz, ormanlarımız yakıldığında nerdeydi bu Türkler?, 17 bin faili meçhülü gördümü bu Türkler? " ...gibi soruları sorabilirsiniz. Ama unutmayın, bu ülkede hakim olan resmi idoloji herkesi öylesine zehirlediki, hiç biri aslında kendisi değildi. Bırakalım Türkleri, Kürtlere bakalım. 100 Bine varan Köy Korucularını ya da AKP'de siyaset yapan 60-70 Kürt Milletvekilini, Fetullah'a çalışan hizmetcileri nasıl izah edebiliriz? Bu zehirlenme değilde ne? Hayır neden bunlar değil, başlatılan çözüm sürecinin baltalanmaması için temkinliyiz diyorsanız. Bunuda benim aklım almaz. Tayyip Erdoğan'dan barış beklemek, olmayacak duaya amin demektir. Mesela, Ankara mitinginde; " Ey ulusalcılar, Mustafa Kemal'in posterlerini sallıyorsunuz, yanı başınızda sallanan bölücü örgütün paçavralarını indirmiyorsunuz." Ben Akil İnsanların içinde olsaydım, bu sözlerden sonra derhal istifa ederdim. Yapan çıkarmı bilmem? Türkiye'nin en gergin halinde hedef gösterek konuşan Başbakan'a ve üstelik dış desteğini her geçen gün kaybeden, bir Başbakan'a güvenilir mi?

Provakasyonlara fırsat vermemek için bu gösterilerde aktif yer almadık ya da, AKP'nın zayıflaması halinde ortaya çıkacak yeni siyasi iradenin, Kürt sorunun çözümsüz bırakma vs.vs.vs. Kuşkusuz hepsi ihtimal dahilinde. Ama örneğin Dıyarbakır, Şırnak, Hakkari, Bitlis, Batman'da yüzbinlerin, "Faşizme karşı omuz omuza" siloganını haykırmaları, Türkiye'nin batısında nasıl karşılanırdı, ya da İstanbul'a; Şırnak, Hakkari, Diyarbakır'dan Çevik Birlikler nakledildi, haberlerinin bilinçli bir şekilde verilişinin batıdaki algısı ne, düşündünüz mü?

Bana öyle geliyor ki; Devlet Mit aracılığı ile Türkiye'nin batısında sosyal patlamanın olacağın önceden gördü. Ve sokağa taşacak olan bu dalga, Türkiye'nin doğusunda Kürtlerle buluşması halinde engellenmesinin mümkün olamayacağı kaygısı, Tayyip Erdoğan ve AKP'nin sözde barış sürecini gündemleştirerek, bu süreçte Kürtleri bu direnişte uzak tutmak. Bir taşla iki kuş. Yoksa İdamı geri getiririz, BDP'liler hakkında fezlekeleri hazırlattık, Sri Lanka modeli, Roboski katliamı ( Ölen çocukların yasını tutan ailelere bu Başbakana'ın savcıları para cezası verdi, daha yeni.) Paris katliamı ya da Fetullah Gülen'in; "Bunlara acımayın, altını üstüne getirin,üç,beş gerekirse kırk bin öldürün." demesinden çok değil üç ay sonra, ne olduda? hepsi barış sever, çözümden yana oldular.

 

ATATÜKÇÜLERİMİZ

1930'ların paradigmasıyla bu günü okumak ve yönlendirmek imkansız, bunu anlayın ve görün. Gerçekten Türkiye'yi seviyorsanız herkesi Türkleştirmekten, Türk görmekten vaz geçin. Tarihinizle cesurca yüzleşin. Başta Kürtler olmak üzere bütün etnik kimliklerin ve inançların özgürlüklerine saygı duyun. Kendinizi şövenizm hastalığından kurtarın, kurtarın ki Türkiye'yi kurtarmakta gücünüz, sözünüz olsun. Yoksa bu Tayyip gider, başka Tayyip gelir.

 

SOLCULARIMIZ

Bayrak yarışından vaz geçin, klişe sloganlardan kendinizi kurtarın, insanların yaşımını ve mücadelesini güzelleştirin, gelişen dünyada yeni mücadele yöntemlerine kafa yorun. Dayatmacı olmayın. Barışı, eşitliği, özgürlüğü sözde ve sadece kendinize değil, herkes için isteyin. İnsanların farklı etnik,inanç kültür ve fikirlerine saygılı olunki, başkalarıda sizlere karşı saygılı olsun. İnsanların gönlüne girmeden aklına hitap etmek mümkün değildir.

Kürtler çok ağır bedeller ödediler, değişti geliştiler, Türkiye'de ortaya çıkan bu yeni durum, Türkleri ve Kürtleri buluşturabilirse, birlikte gelişip güçlenmenin zeminini yaratabilir. Böylesi bir ittifaka Alevilerin, Sosyalistlerin, diğer bütün ezilen kesimlerin katılması çok hızlı ve güçlü olur. Ve gerçek adil barışta ancak böyle olur. Bu mümkündür. Ezilen, sömürülen, horlanan, asimile edilen, ötekileştirilen bütün kesimler için, halkların kardeşliği, inançların özgürlüğü, emekten yana demokratik bir Türkiye, tek kurtuluş yoludur. Gerisi; eninde sonunda Bosna Hersek , Irak ya da Süriye olmaktır biline.

Metin MAT / HAZİRAN 2013